Deneme & Hikaye, Kurgu

Boyut: Bölüm 3

Boyut: Bölüm 3

İçimdeki Çoçuk

  Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Sol tarafımdaki komidinde duran yarım şişe suyu kafama diktim. Tek seferde, yaklaşık 410 mililitrelik suyu bitirmiştim. Yine ucuz bir sabaha, terleyerek uyandım. Umutsuz bir vaka olduğunu düşünüyordum içimden. Kalktım yatağımdan, sol elimle araya kaçan külodumu düzelttim. Banyoya gidip yüzümü yıkadım. Aynaya bakarken, ilginç bir rüyadan uyandığımı düşünüyordum. Yani, kesinlikle rüya olmalıydı. Gerçek olamayacak kadar uçuktu çünkü gece yaşananlar.

                                                                               • • •

  Annem seslendi,

– Uyandın mı oğlum ?

– Evet anne, diye cevap verdim.

 Ve banyodan çıktım. Mis gibi kokular yayılıyordu mutfaktan. Ağzım sulanarak daldım ki, sofra efsaneydi. İki çeşit zeytin, peynir, yağ, bal, omlet, peynirli börek vs. saymakla bitmez. Ovv, o da ne yumurtalı ekmek bile vardı. Annem sabah sabah döktürmüştü yine. Uzandım, dilimlenmiş domateslerden bir tanesine ki pat! Annem tarafından tartaklanan elimi hızla geri çektim.

– Çatal koydum oraya, Utku !

Of anne yeaa ! diye çirkefleşecekken, ablam çıkageldi salondan.

– Oo, Semra Hanım yine çoşturuyorsunuz mutfağı !

Ben o sırada sofraya kurulmuş böreklerden bir tanesini ağzıma tıkıyordum. Gözüm dönmüştü. Sanki gece boyunca ev taşımışım da yorulmuşum gibi, enerjimi tazeleme derdindeydim. Gerçi kırk yılda bir böyle sofra kurulurdu evde. Ablam anneme arkadan sarılıp, yanağına bir öpücük kondurdu.

–  Söyle bakalım bu sofrayı neye borçluyuz ? , dedi.

–  hea, noldughgh, auggaa börek mütüşşş! , diye ıkındım ben lokmayı yutmaya çalışırken.

–  İçimden geldi, ne var hiç yapmıyor muyum sanki ? Sizi nankörler! , diye kızdı bize. Hadi oturun bakayım, dedi.

  Ablam annemin yanağını sıkarak sevgisini belli ederken, annem onu ittirmeye çalışıyordu. Çaydanlığı alıp herkese çay dolduracağını işaret etti. Bizde onayladık.

  Annem, ben gidiyorum diye hazırlamıştı belli ki bu sofrayı. Evet, son günümdü evimde geçireceğim. Üniversiteyi yeni kazanmıştım. Eskişehir’e gidecektim. Üniversite kaydımı iki hafta önce yapıp gelmiştik ablamla. Kalacağım yurdu da ayarlamıştık. Her şey ayarlanmıştı, bir tek veda etmek çok zor olacaktı. Çünkü o zamana kadar evimden hiç bu kadar uzun ayrılmamış olacaktım. Hele de annem bana çok düşkündü. İki kardeşten küçük olandım ve ablama nazaran ben kırılgan ve naziktim. Sessiz ve ezik bir karakterdim. Ablam her seferinde beni korur ve sokakta ki diğer çocukları döverdi.

  Ablam benden 3 yaş büyüktü. Üniversite 2. Sınıfta, eczacılık okuyordu. Oda benden bir hafta sonra Kayseri’ ye gidecekti. Az önce belirttiğim gibi o, hep başının çaresine bakabilecek kapasitede birisi olmuştur. Elinden iş kaçmaz, dilinden kimse kurtulamazdı. Okul hayatı boyunca da hep ön planda olmayı başarmış, çalışkan ve zekiydi. Ayrıca çok ta güzeldir. Beline kadar uzattığı kahverengi saçları hep hoşuma gitmiştir mesela. Bazen saçlarını belik örerdim. İyi anlaşırdık onunla. Bazense çok kötü kavgalar ederdik. Hatırlıyorum da, bir keresinde futbol topu ile yüzüne şut çekmiştim. Yüzü kıpkırmızı olmuştu, akşama kadar ağlamıştı garibim. Bende korkudan evden kaçmıştım. Akşama kadar sokakta bir köşede ne yapacağımı düşünmüştüm. Neyse ki eve döndüğümde kimse bana kızmamıştı. Diyorum ya annem bana düşkündü, kıyamadı herhalde. Ablamda uzatmadı olayı her nedense. O olay hep gizemini korumuştu. Aklıma gelmişken, harbiden ne olmuştu ya o gün ?

– Abla , ya ne dicem. Hani küçükken ben sana topla yüzüne vurmuştum hatırladın mı?

– Hıı, hatırlamaz mıyım, akşama kadar kafam zonklamıştı. Ulan Utku!

– Haha, ben kaçmıştım evden hatta, akşam gelince de hiçbir şey olmamış gibi devam etmiştiniz ikiniz. Noldu o gün, sır  gibi kapandı o mevzu.

Annemle ablam birbirine hınzırca baktılar. Bir şeyler dönmüş o gün belli. Kıkırdadılar, gülmeye başladılar sonra. Ben iyice meraklandım.

– Harbiden noldu ya o gün?

– Çikolatalı pasta vardı ya teyzemlerin getirdiği, işte geri kalanını ben yedim onun. Hihihi.

– Yaa, ama! Olmaz ki ya, benim korkumdan faydalandınız. Ben unutmuştum o pastayı. Anneeaa! , diye höykürdüm anneme.

– Eee, oğlum sende meyve sularını içmiştin ablandan gizlice.

– Anneaa, diye höyküren bu sefer ablam olmuştu. Tabi annem ikimize gülüyordu bu sefer.

  Canım annem her ikimizi de idare etmeyi iyi biliyordu. Küçüklüğümüzden bu yana bize anneliğin yanında babalık ta yapmıştı. Babamız bizi terk ettiğinde, ki ben hatırlamıyorum bile, belki 3 yaşında falandım. Annem geçinebilmek için çalışmaya başlamıştı. Uzun zamandır çalışıyordu ve her ikimizi de okutuyordu. Ara sıra teyzemler de bize destek oluyordu onu da atlamayayım. Uzun zamandır bakıcılık yaptığı yaşlı Latife Nine de neredeyse aileden birisi olmuştu. Ara sıra onun yanına gider nasihatlerini dinlerdim. Annem orta boylu, beyaz tenli güzel bir kadındı. Sanırım ablam güzelliğini annemden almıştı. Duygusal bir kadındır aynı zamanda annem. Ama içine atar belli etmezdi. Bu özelliğini de ben almıştım sanırım. Kahvaltı hazırlama amacı muhtemelen son kez birlikte oturmaktı sofraya. Çünkü genelde Latife ninelere giderdi orada yapardı kahvaltıyı. Bense, ablam olmadığı dönemlerde tek başıma yapardım.

  Hoş sohbetlerimiz sürerken, üçüncü bardak çayı istemiştim annemden. Annem şaşkınlıkla dolduruyordu çayı. Çünkü normalde ben bir bardaktan fazlasını içecek kadar durmazdım sofrada. Fazlasıyla acıkmıştım. Sofradaki herkes kahvaltının güzelliğine yoruyordu bu durumu, bende dahil. Son parça dilim peyniri hüplettikten sonra, şöyle bir arkama yaslandım. O kadar hızlı yemiştim ki dinlenmeliydim. Mest olmuş şekilde  anneme bakarak,

– Ellerine sağlık Semra sultan, dedim.

– Afiyet olsun, canım oğlum dedi. Ablam bizim sevgi ritüelimizi izlemeye daha fazla dayanamayıp araya daldı.

– Noluyor yahu ? bende giderken hiç böyle davranmıyorsun  annecim, he noluyor?, diye kıskandığını belli edercesine atıldı.

– Olur mu kızım seni de yolcu ederken böyle kahvaltı yapmadık mı ha?, diye onu sakinleştirircesine sarıldı. Bende her ikisine sarıldım. Nedense böyle ailecek bir duygusallık vardı üzerimizde. Annem gözlerindeki yaşları silmeye yeltenirken,

-Bak bavuluna böreklerden koydum, yolda yersin. Sarma da yapmıştım oda içerde. Temiz havlularını da koydum. Banyo yapmayı ihmal etme oralarda. Çoraplarını da koydum, her gece yatmadan önce yıkıyorsun ayaklarını tamam mı? Ben bilirim sen gece geçte yatarsın okula geç kalırsın! , diye sıraladı öğütlerini.

Her anne gibi oda yavrusunu bırakamıyordu tek başına.

                                                                               • • •

  Üç saat sonra yola çıkacaktım. Annem Latife Ninelere gitmişti. Ablam ise telefonla konuşuyordu. Ben son kez eşyalarımı kontrol ediyordum. 11 yaşımdan bu yana tuttuğum günlüğümü de sırt çantama sıkıştırdım ve ayağa kalktım. Şöyle bir etrafa bakındım. Odama bakarken, yatağıma son bir kez oturdum. Geçirdiğim zamanlar gözümün önünden geçiyordu.

  Gözüme, arkadaşımın geçen sene hediye ettiği dolma kalem ilişti. Onu almaya yeltenirken, kalp ritmin değişti bir anda. Gözlerim kararıyor, renkler birbirine karışıyordu. Aşırı derecede parlak renkler gözlerimi kamaştırıyordu. Görüntüler kalp ritmimin orantısızlığı ile orantılı olarak gelgit yapıyordu. Titreyen ellerimle masaya tutundum. Ama nafile tutunduğum yerden kaydı ellerim ve yere yığıldım. Sanki her şey üzerime geliyordu. Tavan çatlamaya başladı. Örümcek ağı misali çatlaklar açıldı iyice. Gün ışıkları içeri dalıyordu hışımla. Çığlık atamıyor, yardım isteyemiyordum. Nefesim kesilmiş, içimden bir şeyler çıkmak istiyordu sanki. Karnımdaki değişik kıpırdanmalarla yerde boylu boyunca yatıyordum. Halüsinasyonlar görmeye devam ediyordum, kulaklarım uğulduyor gözlerim karmaşık şekiller görüyordu. Sonra bir top sesi duydum. Bir basketbol topu beyaz bir zeminde tek başına sekiyordu. Seken topun ritmini dinledim. Sonra bir çocuk yakaladı topu, biraz inceledi ve bana baktı. Samimi bir gülümsemeye sahip bu çocuk, yaklaşık 5 yaşlarında bembeyaz takım elbise içerisindeydi. Papyonu bile beyaz olan bu çocuğun ayakları çıplaktı, sert zeminde üşüyordu kuşkusuz.

–  Bundan hoşlanmıyorsun değil mi? , dedi çocuk. Sorgulayan bakışlarla baktım ona.

– Sen ne arıyorsun burada? , dedim. Gözleri aynı benim gibi bakıyordu. Bakışları manalıydı. ‘Bam’ diye vurdu topu yere. Deprem etkisi yarattı topun sesi kulaklarımda. Sarhoş misali sallanmaya başladım, gözlerim karardı yine.

– Peki ya sen? , dedi. Anlamıyordum olanları. Neler oluyordu? Nasıl bir rüya görüyordum yine?

– Kimsin sen? , dedim merakla. Fakat cevabı biliyormuşum gibi bir his vardı içimde. Gülümsedi çocuk. Dudaklarındaki şeytani kıvrılma hiç hoşuma gitmedi. O güzel suratında çirkin bir şeyler vardı.

– Umurunda mı kim olduğum? , dedi. Ukalaydı ayrıca. Sorularıma soru ile cevap veriyordu. Gerçi şu ana kadar sadece soru sormuştuk birbirimize. Topu sektirmeye başladı sonra. Depremler oluyordu beynimde. Kulaklarımı kapadım ama işe yaramıyordu.

– Yeter bırak o topu, diye bağırdım. O ise devam etti. Her seferinde daha sert vuruyordu yere. Benim halimi görüyor ve zevkle kıkırdıyordu. Lanet piç. Küfürler ediyordum o ise daha da zevk alıyordu. Ben acıdan kıvranıyordum yerde. Sonra bir anda durdu. Topu sıkıca tuttu elinde. Yanıma geldi,

– Beraber oynayalım mı, seni sevdim. Benim arkadaşımsın artık, dedi. Ne oluyordu bu çocuğa, yüzünde zıpır bir gülümseme ile bana bakıyordu. Ama çok sinirlenmiştim ona.

– Git başımdan lan, al topunu ve git! , diye bağırdım ona. İyi mi yaptım kötü mü bilemedim. Açıkçası bir çocuğa öyle bağırmak hoşuma gitmedi.

– Benimle oynamayı deneyebilirdin, aptal! , diye haykırdı çocuk. Gözlerinden yaşlar akıyordu, yanakları kızarmaya başlamıştı. Geri geri uzaklaştı benden.  Suratına yeniden şeytani gülümsemesi yerleşirken kuşkusuz benden intikam alacaktı. Acilen barışmalıydım onla. Seslendim,

– Hey baksana, topun çok güzel beraber oynayabiliriz, dedim. Dikkatini bana vermesi için ayağa bile kalktım. Ama o topa odaklanmıştı. Garip sesler çıkarmaya başladı. Sonra kıkırdadı bir süre, aklından ne şeytanlık geçiyordu kim bilir. Kaldırdı topu hiddetle ve ekledi,

– Artık çok geç hihihi! , diye bağırdı ve topu yere son gücü ile vurdu. Sanki beynimde bir bomba patlamıştı. Her yer sarsılıyordu, ve çocuk kahkaha atıyordu.  

                                                                              • • •

  Sarsılarak uyandım. Gözlerim yaşlıydı ve beynim zonkluyordu. Ablam üzerimde beni uyandırmaya çalışıyordu. Çok korkmuştu, ağlıyordu. Düştüğüm terden ablamın yardımı ile kalktım, şuurum yerine geliyordu yavaş yavaş. Bayılmıştım, gördüklerim ise birkaç saniye sürmüş olmalıydı. Toparlanmam gerekiyordu. Ablam mutfaktan bir bardak su getirdi. Ne olduğunu soruyordu sürekli. Ben de bilmiyordum ki. Neydi gördüğüm? Bilinçaltım ne çeşit bir şey yansıtıyordu bana.

– Hastaneye gidelim mi? , dedi ablam. Endişeliydi haliyle. Gerek olmadığını belirterek kafamı salladım.

– Anneme sakın bahsetme bundan, bir an gözüm karardı. Öküz gibi yedim tabi bünye alışık değil, diye gülerek cevapladım. Oda rahatlasın diye toparlanmış görünmeye çalışıyordum. Israrla birilerine haber vermeye ve hastaneye götürmeye çalışsa da izin vermiyordum. Bir şey olmadığını belirtiyordum sürekli. Neyse ki sakinleşmişti.

  Otobüsün kalkmasına bir saat vardı. Annemin yanına uğrayıp, onla ve Latife Nineyle vedalaştım. Gözleri yaşlı uğurladılar beni. Ablam otogara kadar benimle gelmişti.

-Bu olanlar aramızda kalacak, anneme sakın söylemiyorsun, dedim. O da başıyla onaylayıp ekledi,

– Tamam ama bir daha böyle bir şey olursa kesinlikle haber vereceksin, gerekirse doktora gideceksin. Beni mutlaka arayacaksın, dedi. Başımla onaylayıp otobüse yöneldim. Muavin aşağıda yolcu kalmasın diye son çağrıları yapıyordu. Son bir kez ablama sarıldım dönüp. Sonra otobüse bindim. Otobüs kalkana kadar bekledi, birbirimize el salladık. Kulaklığımı taktım. Yeni hayatıma doğru götüren otobüsle yolculuğum başlamıştı artık. Ama aklımda, hala o çocuk vardı. Dün geceki yaşadıklarımla olan alakası hakkında düşünmeye başladım.

  Yaşadıklarım gerçek miydi rüyamıydı karıştırmaya başlamıştım. O kızı hatırladım, karanlık adam aklımdan çıkmıyordu. Sabahtan beri rüya olduğunu umduğum astral deneyimimin gerçek olduğunu kabullenmek istemiyorum. Korkmuştum, birde bu bayılma da neyin nesi? Amansız gerçekler beynimi terk etmiyordu. Basit bir astral seyahat deneyimiydi, sadece meraktandı. Bu düşüncelerim devam ederken, muavin bir ihtiyacım olup olmadığını sordu. Bir bardak su istedim. Otobüsteki bakışları üzerimde hissediyordum istemsizce. Suyumu içtikten sonra kulaklığımı geri taktım. Her zaman ki müzik listemi açtım. Bir süre sonra uykuya dalmıştım.

                                                                               • • •

  Birisi omzuma dokundu ve beni uyandırdı. Sanırım gelmiştik Eskişehir’ e.

-Efendim Eskişehir’ de mi inecektiniz? , dedi muavin.

  Başımla onaylayarak koltuğumda doğruldum. Bin bir çeşit rüya görmüştüm. Bölük pörçük geçen uykumdan uyandığımda gördüğüm rüyaları hatırlamaya çalıştım. Onlarda bölük pörçüktü gerçi. Yine o karanlık adamı ve kızı gördüğümü düşündüm. Ardından küçük çocuk aklıma geldi. Zihnimdeki sancılar gerçek hayatta da başımı ağrıtmaya yetiyordu. Ah tanrım, nerden de bulaştım bu astral işlerine diye geçirdim içimden.

  Otobüsten inerken bavulları çıkarmaya çalışan muavine gözüm takıldı. Esmer, yakışıklı sayılabilecek bir gençti. Belli ki zorlanıyordu bavulları çıkarırken. Etrafına karınca sürüsü gibi üşüşen diğer yolcular işini daha da zorlaştırıyordu. Kürtçe bir şeyler söylendi kendince. Anlamadım ama sanırım sinirlenmişti. Yanına sokuldum diğerlerinin arasından geçerek. Ve elindeki valizlerden birisini alarak sahibine verdim. Son valizi de verdikten sonra benimkileri çıkardık beraber.

– Eyvallah kardeşim, mola verdik işin yoksa çay ısmarlayayım, dedi.

   Kabul ettim bende. Çünkü onunla sohbet etmek istiyordum. Farklı kültürden insanlar tanımak hoşuma gidiyordu. Mardinliymiş, otobüs firmasında çalışmaya başlamadan evvel Türkçesi pek iyi değilmiş. Yolcularla anlaşması çok zor olmuş, kimisi kötü bile davranmış aksanı yüzünden. Düşünsenize insanlar konuştukları diller yüzünden bile tartışabiliyorlar, kavga edebiliyorlar. Ne kadar garip! Muhammet’le tanıştığıma memnun olmuştum gerçekten. Yüzüm gülümseyerek vedalaştık onla keza onunki de gülümsüyordu en içten şekilde. Güzel bir insandı vesselam.

  Servislerden bir tanesine bindim ve elimdeki adresi şoföre uzattım. Yurdumun adresi yazıyordu orada. Beni yurdun kapısına kadar bıraktı adam sağ olsun. Çünkü şehre yeni geldiğimi ve öğrenci olduğumu biliyordu. Teşekkür edip indim arabadan. Valizim ile birlikte kapıya doğru ilerledim. Güvenliklere, iki hafta önce aldığım yurt giriş kartımı gösterdim ve içeri girdim. Odama kendimi attığımda, sonunda gelmiş olmanın ferahlığı ile uzandım yeni yatağıma. Annemler aradı o sırada. Onlarla konuştuktan sonra dinlenmek üzere yatağa yeniden uzandım. Oda arkadaşlarım henüz gelmemişti. Onları da merak ediyordum doğrusu. Nasıl insanlardı, nereden geliyorlardı, ne okuyorlardı vb. sorularla, düşüncelere ve hayallere daldım.

                                                                                • • •

  Birkaç hafta sonra şehri aşağı yukarı öğrenmiş vaziyetteydim. Ve yeni arkadaşlarımla bir kafede oturmaya karar vermiştik dersten sonra. Hazırlık sınıfı olduğumuzdan, herkes neredeyse farklı bölümdendi. Seçtikleri bölümlerden bahsediyorlar, hayallerini paylaşıyorlardı. Batuhan’la konuşuyorduk bizde. Bilecik’ li olduğundan Eskişehir ’e gidip geliyormuş önceden, nereleri gezmeliyiz vs. bahsediyordu. Gelecekteki ev arkadaşımdan bahsediyoruz aslında. Sonraları Batu diye seslenecektim ona. Fotoğrafçılık bölümündeydi ve kendisini de önceden geliştirmişti. Çok aktif ve sosyal bir insandı benim aksime. Sosyoloji okumaya gelen ben ise pasif ve geri planda kalma konusunda fazlaca iyiydim.

  Günler haftaları kovaladığında okuldaki çaylaklık dönemimi tamamlamak üzereydim. Batu ile yakın arkadaş olmuştuk, birlikte takılıyorduk arkadaş çevremiz bir hayli genişlemişti. Ben pasif yapımdan biraz da olsa kurtulmuştum. Bir müzik kulübüne üye olmuştuk. Hep bir enstürman çalmak istemişimdir. Gitarla başladım ilkin. Tam bir fiyaskoydum, ne kulak vardı nede bir ritim duygusu. Kulübün eskilerinden bir kız bana yardımcı oluyordu, onu bıktırdığımı düşünürken o ise aksine öğretmek için çabalıyordu. Söylediğine göre 3 haftaya kalmaz en az 3 şarkı çalabilirmişim. Ayrıca kulüp üyeleri bir mekanda çalıyorlarmış. Davet ettiler,  kulüp üyelerine indirim yapan bu mekanı ziyaret etmeliydik mutlaka.

                                                                                • • •

  Akşam saatlerinde Batu ile buluşacağım durağa doğru yürüyordum. Sırt çantamda Batu’ nun fotoğraf makinesi vardı. Birkaç gün önce makinesini bende unutmuştu, onu vermek için sırt çantamı almıştım yanıma. Ara sokaklardan geçiyordum saatinde yetişebilmek için. İnsanlar kendi halinde, kimisi sarhoş kimisi ise evsizdi. Önceden yaşadığım yerde bu kadar fazla karşılaşmadığım türden insanlar burada bolca vardı. Yan kesiciler de fazlaydı burada. Sürekli çantamı kolluyordum. Ara sokaklardan birini henüz bitirdim dönüyordum ki bir kız omzuma çarptı. Sendeleyerek gerideki duvara yaslandım. Kızın yüzünü göremedim hatta kız olduğundan bile emin olamamışken ‘kahretsin’ diye, bağırdı. Kız, o hızla gerisin geri yere düştü. Kalkmaya yeltenirken ben de hamle yaptım elimi uzattım. Sol eli ile benden destek alarak kalktı. Kolundaki saatin kordonu kopmak üzereydi. Bordo renkli kapşonlu hırkası vardı. Kafasındaki kapşonunu bir an olsun çıkarmadan benim geldiğim yöne doğru koşmaya başladı ve az ilerde gözden kayboldu. Ben ise ardından baka kaldım öylece. Yere yuvarlanmış çantamı aldım, tozlarını bile temizlemeden sırtıma geçirdim. Sokağı dönerken iki adam hızla sokağa daldılar. İri yarı deri ceketli olan adamlardan bir tanesi ‘ nerde lan bu kız !’ diye hırladı yanındakine. Ben o sırada hemen buradan tüymeliyim diye içimden geçirirken, esmer tenli,  kirli sakallı olan diğeri ise ‘ şu taraftan ‘ diyerek kızın gittiği yöne doğru koşmaya başladılar. Kim bilir dertleri ne diye düşünerek yoluma koyuldum.

   Durağa geldiğimde Batu beni bekliyordu. Hiç bir şey söylemeden çantayı uzattım ve alelade yürümeye başladım. Batu ne oldu dercesine bakarken aynı zamanda çantadaki tozları temizliyordu. Yol boyunca konuşmadık çünkü hala gerginliğimi atamamıştım. On dakika kadar sonra müzik topluluğunun tarif ettiği mekana geldik. Mütevazı boyutlardaki ahşap tabelada ‘ES-ki’ yazıyordu. Kapıdan içeri girdiğimizde bugün tanıştığımız yüzlerden birkaç tanesi ile karşılaştık. Minik selamlaşmadan sonra bardaki taburelere geçtik. Kafe-bar şeklindeki mekanda yaklaşık 15 masa, bar bölümünde ise 7 tabure vardı.

– Hoş geldiniz beyler, dedi barmen.

– Hoş bulduk, dedik ikimizde.

Batu bana döndü ve,

– Ne dersin bir iki kadeh bir şeyler içer miyiz?

– Olur, dedim usulca.

 Kafam hala o kızdaydı. Peşindeki adamlar yakaladılar mı acaba onu? Yakaladılarsa eğer, kim bilir neler yapmışlardır ona diye içimden geçirmeden edemiyordum. Batu o sırada iki tane tekila söylemişti. Barmen tuz ve limon eşliğinde iki dolu shot bardağı koydu önümüze. Batu bana bakıp bir şeyler söyledi. Gürültüden anlamadığım halde başımla onayladım. Omzuma hafifçe yumruk atarak gülümsedi ve kadehini kaldırdı. Bende aynı şekilde karşılık verdim ve aynı anda dikledik shotları.

  Gecenin ilerleyen saatlerinde yanımıza bir kız geldi. Güzel ve alımlıydı. Tanımadığım bu kız Batu’nun kulağına bir şeyler söyledikten sonra bana döndü ve meyveli kokteylini hafifçe havaya kaldırdı. Batu kalktı yanımdan, bir arkadaşını gördüğünü söyleyerek göz attı ve kalabalığın içine karıştı. Bende dördüncü kadehimi kaldırdım ona doğru. Sanırım dördüncüydü. Bir süre sonra kız bana doğru uzanıp yakamdan çekti ve kulağıma,

– Bugün seni gördüm caddede, dedi.

– Hmm hadi ya, yoksa beni buraya kadar takip mi ettin? , dedim dalga geçerek sarhoşluğun etkisiydi sanırım bu.

– Yoo, takip etmedim arkadaşlarımla geldim, tesadüf olmalı, dedi kız.

  Tesadüf kelimesini duyduğumda, üzerinde ne kadar sığ düşündüğümü fark ettim. Ucuz romanlarda ne kadar çok bahsedildiğini ve ne kadarının kaderle alakası olduğunu düşündüm. Bazen arkadaşlarımla bunun üzerinde tartışırdım. Sonra, ‘ Vaoov, bu ne tesadüf! ‘ cümlesinden nefret ettiğim gerçeği geldi aklıma. Çoğu kez insanlar bir şeylerin üzerini örtmek uğruna olayların tesadüf olduğunu iddia ederlerdi. Bir zamanlar gerçekten tesadüflerin olağan üstü durumlar olduğunu sanırdım, . Sanmak fiilinde ki hüznü tattığım andan beridir, bu kelimenin verdiği bıkkınlığı atamadım içimden.

– Ahh tesadüfler, deyip iç çektim. Sonrasında ekledim,

– Bu dünyadaki tesadüfler o kadar da ilgi çekici değiller, dedim.

– Pekala, seni daha önce de gördüğümü söylesem, ilgini çeker mi? , dedi.

Ağırlaşan başımı ona doğru yönelttim. Doğal karşıladım bu durumu ve umursamazca,

– İnsanlar birbirlerini çok defa görebilirler değil mi? , dedim. Ve ekledim,

– Senin bunu hatırlaman gerçekten daha ilginç doğrusu, dedim omuz silkerek.

– Daha ilginci senin beni hala hatırlamıyor olman, dedi.

Bu kez ciddi bakışlarımı savurdum üzerine. Git başımdan dememek için kendimi zorladım. Nereden hatırlayayım ki seni, kim bilir nerede gördün, hangi rezilliğime şahit oldun da hatırında kaldım. Ama sakin olmalıydım ve kelimelerimi seçmeliydim, sarhoşluğun verdiği rehavetle daha da rezil etmemeliydim kendimi.

-Hatırlamıyorum cidden, dedim sert bir tavırla.

Kız etrafına bakındı, sanki diğerleri duymasın istercesine. Ayağa kalkmadan kafasını bana doğru uzattı,

-Öyleyse, hatırladığında nereye gelmen gerektiğini biliyorsun, dedi. Yavaşça kalktı tabureden, barmene el salladı. Gözlerimin içine bakarak,

– Şimdilik elveda yeşil rüzgarlı çocuk, dedi ve bardaki kalabalığa karıştı.

Devamı edecek…

[zombify_post]




Bi yoruma ne dersin ?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir